4 Haziran 2013 Salı

MAKALELER


OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ



Okul öncesi eğitimin çocuklar, aileler ve toplum açısından birçok faydası vardır. 0-6 yaş arasını kapsayan erken çocukluk dönemi çocuğun en hızlı geliştiği dönemdir.

    Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik bölümü 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir. Yapılan çalışmalar okul öncesi eğitim alan çocuklarda okula devam oranlarının ve okul başarısının daha yüksek olduğunu göstermiştir.
 

Okul öncesi eğitim sosyal ve duygusal gelişimi destekleyerek, yetişkinlik döneminde de kişilerin daha üretici ve verimli olmalarını ve sahip oldukları potansiyeli tam olarak kullanmalarını sağlar.
 

Çocukların gelişim özellikleri, bireysel farklılıkları ve yetenekleri göz önüne alan, sağlıklı bir biçimde fiziksel, duygusal, dil, sosyal ve zihinsel yönden gelişimlerini sağlayan, olumlu kişilik temellerinin atıldığı, yaratıcı yönlerinin ortaya çıkarıldığı, çocukların kendilerine güven duymalarının sağlandığı, ebeveyn ve eğitimcilerin etkin olduğu kaliteli bir okul öncesi eğitim programına katılan çocukların diğer çocuklara kıyasla gelecekte okul başarıları daha yüksek, sosyal ve duygusal, sözel, zihinsel ve fiziksel gelişim açısından daha yetkin olduklarını araştırmalar göstermiştir.


Okul öncesi eğitimin yararlarını kısaca şu şekilde sayabiliriz:

1-Çocukların zeka puanlarında yükselme

2-Sınıfta kalma ve okul eğitiminden ayrılma oranlarında düşme

3-Çocukların beslenme ve sağlık durumunda iyileşme

4-Sosyal ve duygusal davranış gelişiminin daha ileri olması

5-Daha olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisi

6-Yetişkinlikte kendine yeten, ekonomik kazanç potansiyeli yüksek bireyler olmak

             Bu yüzden bu dönemde çocuğun zihinsel ve bedensel olarak yeterli beslenmesi ve etkileşimde bulunabildiği, onun gelişimini destekleyen bir ortamda bulunması gerekmektedir. Erken çocukluk eğitimi insan gelişiminin başlangıç noktasıdır. Okul öncesi eğitim, çocukların ve ülkemiz insanının uzun vadede daha üretken, daha yaratıcı, sorun çözmede daha yetkin olmasını sağlar.

Okul öncesi eğitim çocuğu ilköğretime hazırlar mı?
             İlköğretime hazır olmanın şartlarından biri çocuğun kendi yaşına uygun zihinsel gelişim düzeyine erişmesidir. Buna paralel olarak ilkokula başlayacak her çocuğun bazı temel becerileri kazanmış olması şarttır. Okul öncesi eğitim bu becerilerin kazanılmasında önemli bir rol oynar.

             Okul öncesi eğitimin okula hazır olmayı sağlama açısından kazandırdığı becerileri şöyle özetleyebiliriz:

Sosyal olarak, çocuklar oyuncakları paylaşmanın yanında yetişkinin ilgisini, yiyecekleri paylaşmayı ve karşılıklı konuşmayı öğrenirler. Ayrıca yaşıtlarıyla çatışmaları ve ilişkilerde ortaya çıkan sorunları çözümlemeyi ve kendini nasıl ve ne zaman koruyacağını ve diğer çocukların hakkına saygı göstermeyi de öğrenirler. Bütün bunlar çocuğun ileriki yaşamında ortaya çıkan tüm sorunları çözmesine yardımcı olacak problem çözme becerilerinin artmasını sağlar.

Duygusal olarak, kendi işlerini kendisi yapması, sorunları kendisinin halletmesi ve bazı kararları kendisinin vermesi sayesinde kendine güveni yükselir.

Anne-babadan ayrı kalabileceğini ve onların bulunmadığı zamanlarda da kendisine bakabileceğini görmek çocuğun öz güven ve bağımsızlık duygularını artırdığı gibi, kendi kendini avutma ve oyalama becerilerinin gelişmesine yardımcı olur.

Ayrıca toplu yaşamanın gerektirdiği sınırlara ve kurallara uymayı da anaokulunda öğrenirler.

Fiziksel olarak kesme, yapıştırma, boyama, kalem kullanma gibi faaliyetlerin düzenli olarak yapılması sonucu ince motor becerileri gelişir.

Ayrıca koşma, zıplama, fırlatma, tırmanma gibi kaba motor fonksiyonlarını da kullanır ve geliştirir.

Zihinsel olarak, nesneleri eşleştirme, sınıflandırma, ölçme, gözlem yapma ve fikirler üretme gibi matematik ve bilim becerilerini kazanır.

Canlandırma, taklit ve hayali oyunlar sayesinde hayal gücü gelişir. Arkadaşları ve öğretmenleri ile konuşmak dil becerilerini geliştirir.

Kitapları incelemek, boyama ve çizimler yapmak, arkadaşlarına mektup yazmak gibi faaliyetler de erken okuma ve yazma yetilerinin gelişmesine yardımcı olur.

Ayrıca anaokulundaki faaliyetlerin dikkat ve konsantrasyon gerektirmesi çocuğun beyninin bu fonksiyonlarının gelişimine katkıda bulunur.

Dikkat eksikliği sorunu ve öğrenme güçlüğü olan çocukların erken farkedilmesi ve okula başlamadan gerekli önlemlerin alınmasını sağlar.

Tüm bunlar da okula hazır olması ve okul başarısı açısından önem taşır.





ÇOCUK VE CİNSEL İSTİSMAR


 
Tüm ebeveynlerin korkulu rüyasıdır çocuğun cinsel istismara uğrama riski. Ancak sadece korkmak tehlikenin varlığını ortadan kaldırmaya yetmez. Çocuğunuzu cinsel istismardan korumak için hem siz bu konuda bilgilenmeli hem de çocuğunuzu bilgilendirmelisiniz. Çocuğun cinsel istismara uğradığını gösteren belirtileri ve olası bir istismar durumunda yapmanız gerekenleri önceden bilmeniz de çocuğunuzun sağlık ve güvenliği açısından önemlidir.

Cinsel istismar nedir?
Cinsel istismar, çocuğun kendinden yaşlı ya da fiziksel olarak daha büyük birinin gücünü veya çocuk üzerindeki otoritesini kullanarak ya da çocuğun güveninden faydalanarak çocuğu cinsel aktiviteye dahil etmesidir. Bu cinsel aktivite mutlaka cinsel ilişki anlamına gelmez, çocuğu pornografi ve fuhuş malzemesi yapmaktan; teşhircilik, cinselliği kışkırtan konuşmalar, cinsel ilişki ya da pornografik film seyrettirme, okşama ve oral sekse kadar değişen eylemler cinsel istismar spektrumu içindedir.

Çocukların cinsel istismarı suçtur. Çocuğun cinsel teması kabul etmiş olması önemli değildir. Yaşça ya da fiziksel olarak daha büyük birinin çocuğu herhangi bir fiziksel aktiviteye dahil etmesi her zaman cinsel istismardır. Ne yazık ki her yaşta kız ve erkek çocuk (ve hatta bebekler) istismara uğrayabilmekte ve istismar aile içerisinde de söz konusu olabilmektedir.

Cinsel istismarı kimler yapar?
Çoğu durumda çocuğu cinsel olarak istismar eden kişi çocuğun ve ailesinin önceden tanıdığı bir kişi olmaktadır. Tacizci büyük kardeş, ebeveyn veya bir akraba gibi aile içinden biri ya da bir aile dostu da olabilmektedir.

Cinsel istismarı yapan genellikle çocuğun kendisine karşı duyduğu güven ve saygıdan yararlanır ve sıklıkla rüşvet vererek, tehdit ederek ve/veya fiziksel olarak kısıtlayarak çocuğu cinsel aktiviteye ve olan biteni hiç kimseye söylememeye zorlar.

Çocukları cinsel istismara uğratanların genellikle farklı veya "kötü" bir görünüme sahip olduğu düşüncesi yaygındır. Oysa çocuk istismarı suçlularının çoğu "normal" ve saygı duyulacak bir görünüme sahiptir. Bu da, çocuk güvendiği bir yetişkine cinsel istismardan söz etmediği sürece bu kişilerin tanınmasını güçleştirir.

Çocuklar cinsel istismara uğradıkları konusunda çok nadir olarak yalan söyler veya öyküler uydururlar. Ancak oyunlarında yaşadıkları şeyleri ortaya koyabilir ya da hiç kimseye herhangi bir şey söylemeyebilirler.

Geçmişte insanlar çocuğa yönelik cinsel istismar konusunu konuşmaktan kaçınırdı. Ancak günümüzde çocuklarla bu suç hakkında konuşmanın ve hem onların hem de ailelerinin cinsel istismar konusunda eğitilmelerinin çocukları koruma ve bir sorun yaşadıklarında bunu anlatmaya teşvik etme yöntemi olduğu bilinmektedir. Ayrıca, çocuğun cinsel istismarı hakkında konuşmamak çocuk için tehlikeli olduğu gibi, suçluları da koruyan bir işlev görecektir.

Çocuklarınızı nasıl koruyabilirsiniz?
Çocuklara kişisel cinsel güvenlikleri konusunun tıpkı yaya güvenliği ya da su güvenliği konularında olduğu gibi açık ve net bir şekilde öğretilmesi gereklidir.

Çocuğunuza bedeninin iç çamaşırlarının kapattığı bölgelere hiç kimsenin dokunmasının doğru olmadığını öğretin.

Çocuğunuza, bunu isteyen bir yetişkin ya da daha büyük bir çocuk olsa bile, başkalarının özel bölgelerine dokunmasının doğru olmadığını öğretin.

Çocuğunuzu herhangi biri özel bölgelerine dokunursa, bunu size söylemeye teşvik edin.

Çocuğunuzu kendisini korkutan ya da kaygılandıran herhangi bir şey olduğunda bunu size söylemeye teşvik edin.

Çocuğunuza, başka bir yetişkin bunu sır olarak saklamasını ne kadar söylerse söylesin, kendisini kötü hissettiren ya da kaygılandıran hiçbir şeyi asla sır olarak saklamamasını söyleyin.

Çocuğunuza bedeninin cinsel bölgelerinin doğru ve uygun isimlerini öğretin.

Çocuğunuza yanlış ya da tehlikeli bir şey olduğunda bedeninin kendisini uyarabileceğini anlatın, örneğin karnında gerginlik hissi ya da korku hissedebilir. Bu duygular hakkında konuşmanız çocuğunuzun tehlikeli durumlara ilişkin kendi hislerini tanımasına ve bunlara güvenmesine yardımcı olur.

Çocuğunuzla yalnız zaman geçirmek isteyen ya da çocuğa karşı aşırı cömert veya şefkatli davranan yetişkinler konusunda şüpheci olun.

Her zaman çocuğunuzla birlikte olamayacağınız için, çocuğunuzun bakımına dahil olan kuruluşlardan çocukların korunmasına ilişkin politikaları hakkında bilgi alın.

Çocuğun cinsel istismara uğradığını gösteren işaretler
Çocuğun cinsel istismara uğradığı onun bazı sözlerinden, davranışlarından ve çeşitli fiziksel belirtilerden anlaşılabilir.

Çocuğun sözleri
Çocuklar çoğunlukla cinsel istismara uğradıklarını yetişkinlere anlatmak istemezler. Ancak çocuğunuzun söylediği başka şeyler cinsel istismara uğradığını gösterebilir, böyle durumlarda sakin kalmanız ve özellikle ses tonunuzun sakin olması ve çocuğa ona inandığınızı söylemeniz çok önemlidir. Çocuğa kendisinin başının dertte olmadığını, bunun onun hatası olmadığını ve onu güvende tutmak için yardımcı olacağınızı ve yapılabilecekleri belirleyeceğinizi söyleyin.

Çocuğun davranışları
Cinsel istismara uğrayan çocuklar pek çok farklı tepkiler verirler ancak bazı çocuklarda da, istismarın üzerinden belli bir zaman geçmeden davranışlarda herhangi bir değişiklik olmayabilir.

Cinsel istismara uğramış olabileceğini gösteren davranışlar arasında okula gitmek istememe, okul başarısında düşme, arkadaşlarından uzaklaşma, çocuğun yaşına uygun olmayan ve çocukların doğal meraklılığını aşar gibi gözüken cinsel bilgi ve davranışlar sergilemesi, saldırganlık veya tekrar tekrar açıklanamayan fiziksel ağrı ve sızılardan bahsetmesi. Bazı çocuklar parmak emme, kabus görme, yatak ıslatma veya karanlıktan korkma gibi daha küçük yaşlardaki davranışlarına dönüş yapabilir. (Bu davranışların bazıları cinsel istismar haricindeki nedenlere bağlı olabilse de, bunların varlığı çocuğun zarar görme riski taşıdığını gösterebilir).

Cinsel istismarın fiziksel işaretleri
Genellikle cinsel istismara uğrayan çocukta görünür hiçbir fiziksel işaret yoktur. Ancak genital organlar, anüs veya ağız civarında morarma, zedelenme ya da rahatsızlıklar ve oturma, yürüme veya tuvalet ihtiyacını görürken zorluk ya da rahatsızlıklar veya vajinal akıntılar cinsel istismar belirtisi olabilir.

Çocuğun cinsel istismara uğradığını düşünüyorsanız ne yapmalısınız?
Çocuğunuzun cinsel istismara uğradığından şüphe ediyorsanız, zaman geçirmeden profesyonel yardım almalısınız. Çocuk ruh sağlığı konusunda eğitimli bir uzman hekimle hem birlikte görüşmeniz hem de çocuğa uzmanla tek başına konuşma fırsatı vermeniz onun için yararlı olabilecektir. Cinsel istismarı yok saymaya devam etmek çocuğun ileriki yaşamında başka insanlara güven duymakta ya da iletişim kurmakta zorlanma gibi sorunlar yaşamasına neden olabilir. Ancak cinsel istismar sonrasında çocuğa inanılır, desteklenir ve korunursa istismarın yaşamı üzerindeki etkileri azaltılabilir. Ayrıca uzman yaşadığınız olayla baş etmenizde aile olarak sizlere de yardımcı olabilir.

Ayrıca çocuk doktorunuz, bulunduğunuz bölgedeki devlet hastanesinin çocuk kliniği ve polis ile de görüşme yapmanız gerekecektir. Saldırgana kendi başınıza yaklaşmamanız ve konuyu polise ve ilgili diğer makamlara bırakmanız doğru olacaktır.





 
SALDIRGAN ÇOCUĞA NASIL DEVRANILMALI?


 
Saldırganlığı Önleme ve Düzeltme Yollarında Dikkat Edilmesi Gereken Konular:


- Anne baba ve eğitimciler, çocukta saldırgan davranışlara model olmamalıdır. Sürekli bağıran, vuran, küfür eden bir baba, korkutan ve engelleyen öğretmen, çocuk için olası olumsuz modellerdir.

- Çocuğun saldırgan davranışlarına duyarsız kalmak bir çare değildir. Vurdumduymazlık ve duyarsızlık, çocuğa iyilik değil, kötülük yapar.

- Çocuk saldırganlaşıyor diye her isteği yapılmamalıdır. Yeter ki sussun ya da sakinleşsin mantığı ile hareket etmek, asla çözüm değildir. Bunlar geçici ve anlık çözümlerdir ve hiçbir iyileştirici yanları yoktur.

- Çocuklar saldırgan davranışlarından dolayı “dövülerek” asla cezalandırılmamalıdırlar. Dayak da o an için, sizin bulduğunuz geçici bir çözümdür ama beraberinde çocuğun daha yoğun düşmanlık ve öfke duyguları yaşamasına neden olur. Çocuğun bir sonraki saldırganlık nöbeti daha da şiddetli olur.

- Çocuk saldırganlık davranışlarına başladığı zaman, ona mantıklı bir şey anlatılmaya çalışılmamalıdır. Çünkü çocuk o an büyük bir öfke boşalımı yaşamaktadır. Anne ya da babanın, mantıklı önerilerini dinlemez bile. Ancak çocuk sakinleştikten sonra, anlatılmak istenen her ne ise anlatılmalı, açıklanmalıdır.

- Ev ve okul şartları, çocukların saldırganlık davranışını destekleyici zeminler olmamalıdır.

- Anne-babalar çocuklarına, saldırgan davranışların sonuçlarını, onların anlayabileceği bir dille, sohbet şeklinde anlatmalıdır.

- Anne babalar gün içinde çocuklarına belirli sorumluluklar vermelidir. Çocuk başıboş bırakılmamalıdır.

- Anne baba, saldırgan davranışlara sahip çocuklarını mutlaka grup etkinliklerine sokmalıdır. Bu çocuklara grup içinde “liderlik” rolünün verilmesi, daima iyileştirici bir etken olmuştur.

- Çocuk, başka çocuklarla kıyaslanmamalı ve yarıştırılmamalıdır.

- Anne babalar, çocukları kaç yaşında olursa olsun, onun temel ihtiyaçlarını mutlaka zamanında ve duyarlılıkla karşılamalıdır.

- Anne baba ve eğitimciler, çocukların arzu-istek-merak ve girişimciliklerine saygı duymalıdır. Onları engellememeli, aksine desteklemelidir.

- Şu büyük hatayı asla yapmayalım: Saldırgan davranışlarından dolayı, çocuğa saldırmayalım. Çocuğu dövmek, en büyük yanlıştır





OKUL ÖNCESİ İÇİN OYUN OYNAMANIN GELİŞİM AÇISINDAN ETKİLERİ

 

 
BİLİŞSEL GELİŞİM
Çocuk çevresi ve toplumu bir çok niteliğini, gerçeklerini
oyun yolu ile öğrenir. oyun sırasında çocuğun duyuları çok iyi çalışır hareket becerileri zeka ve mantık yürütme merak, anlama ve becerileri gelişir. oyun oynayan çocuk hem oyuncaklarıyla hem de diğer çocuklarla sürekli olarak sözel alışveriş yapar.
Oyun faaliyetleri çocuğun yaşı ilerledikçe okuma yazma sürecine giriş
için de bir başlangıç sayılabilir. Yapılan birçok çalışmadan sonra oyun ve oyuncakların üretici düşüncenin geliştirilmesinde çok faydalı olduğu ortaya çıkmıştır. oyun ve oyuncakları oynamak her ne kadar sosyal bir faaliyet gibi görünse de çocuğa bilişsel açıdan sağladığı faydaların çok fazladır.
Oyun yolu ile çocuğun sözcük dağarcığı gelişmektedir. Dolayısıyla çocuk düzgün cümle kurma, rahat konuşma ve düşüncelerini açıklama alışkanlığı kazanmakta, yeni bilgi ve deneyimler edinmekte nesneler arasındaki benzerlik ve farklılıkları kavramaya başlayarak, düşünme, algılama, kavrama ve imgelem gibi zihin gücü gerektiren soyut yeteneklerini geliştirmektedir.

YARATICILIK
Yaratıcı oyun, çocukların daha önceden belirlenmiş metinlere yada kurallara bağlı olmaksızın
gelişim düzeylerine uygun şartlarda tek başlarına yada gruplar halinde, kendi koydukları kurallar ile oynadıkları serbest oyundur şeklinde tanımlanmaktadır. Örneğin blok köşesinde şoförcülük oynayan çocuklar bu meslek ile ilgili tüm bildiklerini uygularlar. Kendi hayal güçleriyle de oyuna yenilikler ve değişikliklerde katarlar. Bir çok elişi etkinlikleri, su, kum havuzu ve bahçede oynanan oyunlarda çocuklara yaratıcı oyun için imkan sağlar. Çocuk çevresinde gördüklerini oyuna yansıttığı gibi yeni keşfettiği tutum ve davranışları da oyuna katar.
Genelde çocuk gerekli ortam ve malzemeyi (çamur, tahta, su, bez parçaları, vs.)bulduğunda bedeniyle, hareketleriyle, duyuları, duyguları algılaması ve anlatımıyla her zaman yaratmaya yoktan var etmeye yönelecektir. Çocuk kendi oyuncağını yaparken kişiliği de gelişir. Bu nedenle yetişkinlerin özellikle yaratıcı potansiyeli yüksek olan oyunları teşvik etmeleri gerekmektedir.

DUYGUSAL VE SOSYAL GELİŞİM
Çocuğa ruh sağlığı onu sevmek ve ona
oyun oynama olanağı sağlamakla kazandırılabilir. oyun çocuk için sadece eğitsel yönden değil onun ruh sağlığı açısından da büyük önem taşımakta ve duygusal ilişkilerin başlatılması için en iyi ortamları hazırlamaktır. Çocuğun duygusal yaşantısı ile oyun arasındaki ilişki ilk defa Freud tarafında ortaya konmuştur. Çocuk oyun sırasında son derece bağımsız kendi başına buyruk, kendi dünyasında özgür hareket ederek duygusal rahatlamayı elde eder.

Çocuğun duygusal tepkilerini denetim altına almayı, düşüncelerini ifade etmeyi öğrendiği, sorunlarını ortaya koyduğu, kendine güven ile estetik beğenilerinin geliştiği görülür.

Çocukları en önemli ihtiyaçlarından biri olan sosyal yaşantısı da
oyun oynarken şekillenmektedir. oyun ile çocuk gelecekteki rollerini öğrenmeye başlar, oyun arkadaşlarına uyum sağlar, onları daha iyi tanır, ilişkileri güçlenir. Genelde çocuk oyunları evcilik, blok oyunlar, hayali, dramatik oyunlardan oluşur ve yetişkin yaşantısına yöneliktir. oyun sırasında çocuğun yaşı büyüdükçe doğal bir şekilde arkadaşlarıyla daha olumlu iletişim içine girer.

Çocuk
oyun oynarken oyunun amacını ve ona neler kazandıracağını düşünmeden, kendisini tümüyle oyuna verir ve oyun yoluyla farkına varmadan kazandığı deneyimler çocuğa ilerdeki yaşamın da çok yarar sağlar. oyun çocuğa bir şey yaparken, bundan karşılık beklememeyi, sevinç duymayı öğretir. Bunu öğrenen çocuk büyüdüğün de fedakarlık etmeyi zaman zaman ön planda veya geri planda kalmayı öğrenir.

Oyun yolu ile arkadaşlık kurma, cinsel rolünü kavarama, hak ve özgürlüklere saygılı olmak, yardımlaşma, paylaşma, kazanma, kaybetme gibi birlikte yaşamanın bir çok gereği çocuk tarafından anlamlı bir şekilde öğrenilip uygulanmaktadır.

PSİKO-MOTOR GELİŞİM
İnsanın ruhsal yaşamıyla bütünleşen hareketlerine psikomotor davranışlar denilir. Çocuk doğduğunda, tepkiye hazır olma, durgun hareket, eş güdüm, dinamik dikkat ve esneklik gibi psikomotor yeteneklere sahiptir.
oyun ortamında bu yetenekler sağlıklı bir şekil de gelişir.

Daha önce hiç görmediği, denemediği kendisine yabancı olan bir etkinlik veya oyunla karşı karşıya gelen çocuklar, kendi kendine yapmaktan çekindikleri bazı hareketleri arkadaşlarıyla birlikte
oyun içinde daha kolay yapabilirler. Ancak bireysel farklılıklar görülebilir.
Oyun sayesinde psikomotor becerileri, gücü, tepkisi, dikkati artar, büyük, küçük kaslarını denetim altına alır, organları eş güdüm ve denge, hareketlerde esneklik ve çeviklik sağlar.

Çocuklar, bedenlerini kontrol etmeyi geliştikçe öğrenirler. Çocukların vücut dengelerini ve organları arasındaki uyumlu hareketi sağlamak
için uygun oyuncaklar aynı zamanda büyük, küçük kasların gelişmesini sağlar.

FİZİKSEL GELİŞİM
Çocuklar
oyun yolu ile hareket ederek ve fazla yorgunluk hissetmeden bedenlerini çalıştırır. Çocuğun hareket etmesi, diyaframın, solunum yollarının, kalp çalışmasının (oyun sırasından kalp çalışması, solunum sayısını arttırır, kan havada bol miktarda oksijen alır ve kan dolaşımının hızlanması dokuları daha çok besin almasını sağlar)beslenmenin, büyük küçük kasların gelişmesinde yardımcı olur.

Okul
öncesi yaşlarda çocuk büyük ve küçük kaslarını işletecek çeşitli hareketleri tekrar tekrar yapar ve ezberler. Sonuçta çocuğun büyük kaslarıyla ilgili (yüzme, koşma, atlama, tırmanma ve diğer hareketler) ve küçük kaslarıyla ilgili (yoğurma maddeleri ile oynama, makasla kesme, kağıt katlama vs.) el- göz koordinasyonu gelişir.

Okul
öncesi dönem de büyük ve küçük kasların gelişimine yararlı olan tırmanma merdivenleri, kayma olukları, atlama ipleri, bisikletler büyük kasların gelişmesine; denge tahtası, bloklar, elişleri ve benzeri araç gereçlerle yapılan çeşitli oyunlar da küçük kasların gelişmesine yardımcıdır. Açık havada oynanan oyunlar çocuğun güneşten ve temiz havadan yararlanmasını sağlar ve bedensel gelişimi sağlar.







Bir birey olarak gelişmekte olan öğrenci, hiç kuşkusuz, özellikle zihinsel alanı başta olmak üzere gelişimin tüm alanlarında okul ile çok yakından etkileşim halindedir. Bu etkileşimin, eğitim ve öğretim sürecinin temeli olduğundan hiç kuşku yoktur. Bu nedenle öğrencinin okula yönelik duyguları ve bakış açıları eğitim ve öğretimi dolaylı/dolaysız etkileyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır.

Esas olarak bu incelememizin konusunu da öğrencideki
okula yönelik olumsuz duygular oluşturmaktadır. okula yönelik olumsuz duygular, eğitim ve öğretim sürecini neredeyse durduracak kadar önemlidir. Bu nedenle eğitimcilerin bu alanda bilgili ve kendilerini sürekli geliştirerek her an donanımlı olmaları gereklidir. Çünkü aşağıda inceleyeceğimiz üzere okula yönelik olumsuz duyguların denetlenebilir ve denetlenemez bir çok nedeni oluşundan dolayı eğitimcilerin her hangi bir anda ve aşamada karşılaşabilecekleri bir sorundur.

Teorik olarak okul, bulunduğu ülkenin yasaları ile işleyen, bu yasaların görmeyi arzuladığı bireyleri yetiştiren, kendisi ve toplumu ile uyumlu, bilgi ve görgü düzeyi yüksek, zihinsel ve yaşamsal sorunların çözüm yöntemlerini öğrenmiş bireyler yetiştirmeyi hedefler. (Kepçeoğlu, Taşdemir, Ertürk, Shretzer ve Stone, Yavuzer) Görüldüğü gibi eğitimcilerin verdiği okul tanımı içeriği ve yapısı gereği aslında siyasidir. Ve siyasetinin hedeflerini bağlı bulunduğu ülkenin yasaları belirler. Her ne kadar ülkemizdeki okulların bu niteliklere ne kadar yaklaştığı tartışılması gereken bir konu olsa da
okula yönelik olumsuz duyguların en temelinde yer alan “disipline edicilik” işlevinden dolayı okul tanımına ihtiyacımız oldu. Çünkü, doğal olarak disipline edilmek insan için alabildiğine zor ve tepkilerle karşıladığı bir durumdur. Ve okul, toplum ve yasalar içindeki güçlü konumu nedeniyle tercih edilen değil mecburen gidilen bir mekan olmakla verilen karşı tepkiler zamanla pekişmektedir.

Okula
yönelik olumsuz duygular her eğitimcinin sık karşılaştığı bir konudur. En bariz şekliyle okula gelmek istemeyen öğrenciden tutun da, derslerde konuşarak, gezerek tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin dikkatini dağıtan öğrenciye kadar, hatta neredeyse sessiz bir protesto gibi hiç konuşmayan, derslere katılmayan, hiç kimse ile arkadaşlık dahi kurmayan öğrenciye kadar defalarca gözlenmiş ve çözülmeye yada kendi haline bırakılmıştır.

Bu noktada gerekli olan bir açıklama vardır. Derslerde konuşan her öğrenci, okulun tüm kurallarını hiçe sayarcasına aktif olan her öğrenci
okula karşı olumsuz duygular içinde midir? Tam tersi olarak, bazen böyle davranışları olan öğrencilerde, okulun sosyal boyutu olan arkadaşlık ilişkileri nedeniyle okula bağımlılıktan bahsetmek bile yerinde olacaktır.

Yine aynı şekilde karıştırılmaması gereken bir başka durum de “okul fobisi” olarak nitelendirdiğimiz olgudur. Okul fobisi kuvvetli bir endişe nedeni ile öğrencinin
okula gitmeyi reddetmesi ya da bu konuda isteksiz görünmesidir. (Yavuzer, 1993) Okul fobisini incelemeye çalıştığımız olgudan ayıran kriterler vardır. Çoğu kez okul fobisi tepkileri bedensel yakınmalarla ifade edilir ve bu fobiyi yaşayan birey kendini evde tutma çabası içerisindedir. Bedensel yakınmalar; mide bulantıları, karın yada baş ağrıları şeklinde olabilir. Ve en ilginci okula gitme “tehdidi” ortadan kalkınca kendiliğinden geçer. Okul fobisi olan öğrencileri ayıran bir diğer kriter ise, okul fobisi olan öğrencilerin okul başarılarını genelde orta düzeyde olması ve ödevleri ile yakından ilgilenmeleridir. Ama okula yönelik olumsuz duyguları olan öğrenciler, mesela okul kaçakları, genellikle “okulu sevmezler, aynı zamanda tembeldirler ve akademik bir amaçları yoktur (Yavuzer, 1993).

Okula
yönelik olumsuz duyguları olan öğrencilerde eğer fırsatını bulurlarsa okuldan kaçma eğilimi vardır. Derslerine karşı ilgisizdirler, ödevlerini ise ya yapmazlar ya da son anda birsinden elde etmeye çalışırlar. Otorite konumunda olan anne-baba, öğretmen ya da diğer kişilerle ilişkilerinde ortaya çıkan aksamalar çoğu kez onların zeka düzeyinden kuşkulanmamamıza yol açacak kadar barizdir. Oysa bu öğrencilerin sorunu zeka düzeyleri ile ilgili değildir. Arkadaşlık ilişkileri genel olarak sınıf içindeki küçük ve hareketli grupların liderliği şeklinde olur. Eğer kendilerinden baskın bir diğer lider varsa, onun sırdaşı ya da sağ kolu oluverirler. Akademik amaç tanımları kişiselleşmemiştir; neden okula gelmek zorunda bırakıldıklarını anlamamışlardır ve bu tanım çoğu kez ezberlenmiş ve üzerinde düşünülmemiş cümlelerden oluşur.

Silah’ın araştırmasına göre: “Okul rehberlik servisleri ve disiplin kurullarından elde edinilen bilgiye göre, öğrencilerin bu alandaki tipik uyumsuzluk davranışları şöyledir: Sinirlilik, saldırganlık, kıskançlık, kin ve nefret, isyankar davranma, okul kurallarına uymama, okul eşyalarına zarar verme, okuldan kaçma, devamsızlık alışkanlığı, öğretmen ve arkadaşlarına saygısız davranma, arkadaşını dövme, sözle sarkıntılık yada küfür etme, yalancılık, çalma gibi duygusal kökenli tepkilerdir. Öğrencilerin çoğu bu duygusallıklarını açığa vurarak okul, aile ve toplumsal çevre ile uyumsuzluğa düşmüşlerdir. Bir bölümü de duygusallıklarını dışa vurmadıkları yansıtamadığı için kendi benlikleri ile geçinemeyen güvensiz, kaygılı ve huzursuz çocuklardır (Yaşadıkça Eğitim, Sayı 24, 1994)

Bu kadar ağır sonuçlara gebe olan
okula karşı olumsuz duyguların nedenleri neler olabilir? Hangi alanların hangi eksikleri ya da kimlerin hangi tutumları öğrencide okula yönelik olumsuz duyguların yerleşmesine neden olabilir?

Bu alanların ve kişilerin başında aile ve anne-baba gelmektedir. Çünkü çocuğun yaşamındaki tüm alanların, tüm uyaranların nasıl algılanması gerektiği eğitimin ilk verildiği yer ailedir. “Her çocuk
okula geldiği zaman aile ortamının izlerini taşır. Okul, eğitim ve öğretim görevlerini yerine getirirken aile ortamının çocuk üzerindeki etkilerine dayanmak ev onlardan hareket etmek zorundadır. Aile ortamının çocuk üzerindeki etkisi okulun eğitim anlayışına uygun olabilir yada tam tersi okul tarafından istenmeyen türde olabilir (Oktay, 1993).

Oktay’ın da temas ettiği gibi, ailenin
okula yönelik bakış açısı, çocuk üzerinde ailenin sosyo-ekonomik yada eğitim düzeyinden çok daha etkilidir. Bu nedenle okula yönelik olumsuz duygular içindeki öğrenciyi anlamanın ilk ve temel koşulu ailenin eğitim kurumuna yaklaşımını anlamakla başlayacaktır. Ailenin eğitim kurumuna yönelik bakış açısı, ülkemizde yasal bir zorunluluk olan ilköğretim eğitimi sürecinde bariz şekilde gözlenebilmektedir. Ailenin, alınacak eğitimin yararına ve eğitim kurumunun doğruluğuna ilişkin yargıları öğrencide olumlu yada olumsuz duyguları başlatacak, ortaya çıkaracak yada pekiştirecektir.

Yavuzer’in araştırması bu konuya getireceği netlik açısından önemlidir. Bu araştırma 335 ilköğretim 5. Sınıf öğrencisi üzerinde yapılmıştır. Araştırma bulgularına göre, okulda başarısı düşük öğrencilerin %45’inin annesi, %21’inin de babası hiç eğitim almamıştır. Buna karşılık okulda başarılı olan öğrencilerin ise annelerinin %18!i, babalarının da %8’i hiç eğitim almamıştır. Silah’ın araştırma sonuçlarına göre ise;
okula yönelik olumsuz duyguları olan öğrencilerin uyumlarını güçleştiren etmenlerin %36.8’i aile ve diğer sosyal çevreden kaynaklanmaktadır. Silah bu etmenleri şu şekilde sıralamıştır:

Ailenin eğitim düzeyinin düşük oluşu
Ailenin ekonomik düzeyinin çok düşük oluşu
Evde sağlıklı çalışma ortamının olmayışı
Ailenin fazla baskı yapması
Aile ortamı huzursuzluğu, aile geçimsizliği
Ailenin, çocuğu okul dışında çalışmaya zorlaması
Ailenin çocuğun eğitimine ilgisiz kalması
Evin
okula uzaklığı
Ailenin çocuğu okutmak niyetinde olmayışı
Bu etmenler farklı araştırmacılar tarafından farklı şekillerde tasnif edilmiştir. Ama temel olarak bu sınıflamalarda ortak olan nokta, ailenin öğrenciye yaklaşımının ve öğrencinin aldığı eğitimin gerekliliğine olan inancının ve eğitim kurumuna duyduğu güvenin öğrenciyi direk olarak etkilediğidir. Bu durumda okul yönetimlerinin ve rehberlik servislerinin bu konuya ciddi ve programlı bir şekilde eğilmeleri kaçınılmaz olacaktır. Rehberlik servisleri aracılığı ile aile ve yapısı tanınarak gerekli işbirliğine gidilmeli ve öğrencideki aileden kaynaklanan
okula yönelik olumsuz duygular oluşturucu etmenler aşılmaya çalışılmalıdır.

Okula
yönelik olumsuz duygulara kaynaklık eden ikinci önemli etmen ise, eğitim kurumu kaynaklıdır. Okulun idari yapısı, öğretmenlerin ders içi ve ders dışı tutumları, derslerin işleniş biçim ve araç-gereç zenginliği de okula yönelik olumsuz duygular oluşturacak yapıda olabilir. Yine de okulun fiziki özelliklerinden çok okulda uygulanan eğitim sisteminin daha baskın olduğunu gösteren araştırmaların sayısı oldukça fazladır. “Her öğrencinin aynı şekilde eğitim görmesini gerektiren bir program, öğrencinin bireysel özelliklerini dikkate alamaz. Ülkemizde uygulanmakta olan öğretim’ ortak öğretim sistemine’ göre hazırlanmış, bir başka deyişle orta düzeydeki öğrencinin kapasitesi ölçüt alınarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Dolayısı ile dersler bazı öğrencilere güç, bazı öğrencilere kolay gelmektedir. Bunun sonucu olarak da bir bölümü hayal kırıklığına uğrarken bir bölümü de tembelliğe alışmaktadır (Yavuzer, 1993)”

“Uzmanlar, ilgi ve yeteneği doğrultusunda öğretim gören çocukların, eğitim alanında başarılı ve kişisel uyumlarının da yerinde olduğu görüşündedirler. Hatta onların görüşleri formal öğretim çalışmaları dışında, özel ilgi ve yeteneklerini doyuma ulaştıran informal uğraşlar bulan çocukların öğretim yaşantılarında daha başarılı ve uyumlu oldukları yönündedir (Silah, 1992).

Ülkemizde tek merkezli yönetim ve bu sisteme uygun kitleler yetiştirme politikaları nedeniyle daha uzun zaman bu sorun çözüleceğe benzemiyor kanaatindeyiz. Vatandaşına neredeyse paranoyak bir içgüdü ile saldıran anlayışın kendi varlığının devamı için gerekli gördüğü vatandaşına yaklaşımı eğitim alanında ciddi sıkıntılara neden olmaktadır. Eğitim müfredatları çoğu kez en ilgili öğrenciyi dahi eğitimsiz kalmaya gönüllü edecek derecede yüklü ve yaşamın alanlarında pratik bir ifade bulamasa bile yetiştirilmeye çalışılan ideolojik zihniyet için fazlası ile yanlıdır. Üstelik kullanılan yöntemin tartışma ve paylaşımdan ziyade ‘bu böyledir’ şeklindeki dayatması da ayrı bir sorun olarak ele alınmalıdır.

Silah, eğitim ve okul kaynaklı sorunların öğrencide
olumsuz duygulara kaynak oluş oranını %51.3 olarak vermektedir ve doğal olarak bu rakam cidden oldukça yüksektir. Bu sorunları Silah şu şekilde tasnif etmiştir:

Öğretmenlerin ve yöneticilerin öğrenciyi tanıyamaması
Öğretim programlarının ağır oluşu
Öğretimde deney ve uygulamaya yer verilmeyişi
Derslerin ilgi çekici hale getirilmeyişi
Sınıfların kalabalık ve gürültülü oluşu
Okul ders araçlarının yetersiz oluşu
Öğretmenlerin öğretim yöntemlerinin yetersiz oluşu
Okulun ısı, temizlik ve sağlık koşullarının yeterli olmayışı
Öğretmenlerin sayı ve nitelik yetersizliği
Okulun cezalandırma yöntemlerinin çok katı oluşu
Okula
yönelik olumsuz duygulara kaynaklık edebilecek bir diğer alan da öğrencinin kendisidir. Öğrencinin içinde bulunduğu dönem (ergenlik, okul değiştirme, hastalıklar, ilişkilerinin algılanış biçimi vs.), öğrencinin eğitime yaklaşımı, eğitim kurumunu nasıl algıladığı da okula yönelik olumsuz duygulara kaynaklık edebilecektir. Silah araştırmasında öğrenci kaynaklı sorunların oranını %11.9 olarak vermektedir. Silah öğrenci kaynaklı sorunları şu şekilde tasnif etmiştir:

Gelecek için kararsızlık ve psikolojik danışma ihtiyacı içinde olma
Yüksek öğretim yapamama korkusu
Sınıfta kalma korkusu
Öğrencinin kendine güven duymayışı
Yeni durumlara uyun güçlüğü
Yeterince zeki ya da yetenekli olmayış
Heyecansal kişilik yapısında oluş
Çok çekingen bir kişilik yapısında olma
Sıkıntı ve bunalım içinde oluş
Aşırı alıngan bir kişilik yapısına sahip olma
Sağlık koşullarına uygun iyi beslenememe
Önemli sağlık sorunlarının oluşu
Çok sinirli ve kendini kontrol gücünden yoksun oluş
Özürlü yada çirkin oluş
Diğer duygusal kompleks ve saplantılar
Sonuç olarak;
okula yönelik olumsuz duygular tüm öğrencilerde zaman zaman görülebilen ve çeşitli nedenleri olan bir olgudur. Bu olgu ile karşılaşan anne-baba, eğitmen ve idarecilerin duygusallığa kapılmadan mantıklı çözümler aramaları gerekmektedir. Hiç kuşku yok ki, çözüm aşaması ne anne-babaların, ne eğitmenlerin ne de idarecilerin tek başına aşabilecekleri bir basamak değildir. Rehberlik servisleri aracılığı ile sağlanacak entegrasyon diğer sorun alanlarının çözümünde gerekli olduğu gibi bu alanda da şarttır.

“Bu yönde okulların önemli eksikleri vardır. Okullarımızda öğrenciyi tanımayı, problemlerine tanı koyarak çözümleyip ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yöneltmeyi amaçlayan eğitsel çalışmalara ve psikolojik yardım hizmetlerine işlerlik kazandırılmalıdır (Silah, 1992).

Bu hedeflere varabilmek için de okullarda eğitim hizmetlerinin niteliklerinin arttırılması, en önemlisi çağdaş ve bilimsel eğitim metotlarının
okula girişi ve öğretmen ve idarecilerden başlanarak tüm eğitim elemanlarının zihniyetlerini yenilemeleri gerekecektir. Ancak böylelikle eğitilmeleri gibi zor bir işi başarmalarını beklediğimiz öğrencilerdeki gerginlik ve okula yönelik olumsuz duyguları anlayabilir ve çözüm yolunda kalıcı adımlar atabiliriz.Hazırlayan:
Mahmut Şefik NİL
Özel Yunus Emre Eğitim Kurumları
İlköğretim 2. Kademe Rehberlik Servisi


KAYNAKLAR

YAVUZER, Haluk. Çocuk Psikolojisi, 1993, İstanbul
KEPÇEOĞLU, Muharrem. Psikolojik Danışma ve Rehberlik, 1986, İstanbul
TAŞDEMİR, Mehmet. Birleştirilmiş Sınıflarda Eğitim, 1997, Kırşehir
YILMAZ, Mustafa. Eğitim ve Bilim, 1989, Ankara
YÖRÜKOĞLU, Atalay. Gençliğin Eğitimi, 1986, Ankara
YÖRÜKOĞLU, Atalay. Gençlik Çağı, 1986, Ankara
ÖZGÜNEL, Sevgi. İlkokulun İlk Günlerinde Çocuk, Yaşadıkça Eğitim, Sayı 24
SİLAH, Mehmet. Diyarbakır İl Merkezi Orta Öğretim Okullarında Eğitim sorunlarının, Öğrenci Başarısı, Zihinsel Yetenek ve Kişisel Uyuma Yansıyan sonuçları, Yaşadıkça Eğitim, Sayı: 24
OKTAY, Ayla. Okul Ortamı ve Veli Öğretmen İlişkisinin Okul Başarısına Etkisi, Yaşadıkça Eğitim, Sayı: 30
TUZCUOĞLU, Necla. İlköğretimde Rehberlik, Yaşadıkça Eğitim, Sayı:30

KOLAJ ÇALIŞMALARI

SİLÜET KOLAJ ÇALIŞMASI



Resim de göründüğü kadar basit bir çalışma değil aslında… Arka planda eğlenceli ayrıntıları var. Mesela silüetlerin çizim aşamasından başlayalım.Dikkat ettiyseniz her biri başka bir insana ait. Yani hazır bir insan kalıbı vermiyoruz çocukların eline. Onları bir sandalyeye oturtuyoruz. Duvara kağıdımızı yapıştırıyoruz. Ve biraz geride fener gibi bir ışık aletini çocukların üzerine yansıtarak, kağıda çıkan gölgeden (etrafından kalemle çizerek) silüetleri hazırlıyoruz. Bu kısım önemli ve bir sonraki aşama için hazırlık…
İkinci aşamada, çocuklar kendi silüetlerini kesiyorlar ve arzu ettikleri renkteki fon kartonuna yapıştırıyorlar. Son olarakta, önlerine konan eski dergi ve gazetelerden, sevdikleri veya kendilerini ifade ettiklerini düşündükleri şeyleri (insan, hayvan, bitki, eşya…vs) kesip kendi süiletlerin içine yapıştırıyorlar. Özellikle okulun ilk günlerinde öğrencilerinizin kendilerini ifade edebilmeleri ve  sizin de öğrencilerinizi yakından tanımanız için bir fırsat! :

OKULA DÖNÜŞ KOLAJ ÇALIŞMASI




Çocuklar okula dönüş konulu bir resim çiziyorlar. Daha sonra da sizin ellerinize verdiğiniz gazete ve dergi yapraklarından çocuk resimleri kesip kendi resimlerine yaptıştırıyorlar. Peki bu kadar çocuk resmini nereden bulacağız diyorsanız cevabı şu, okulların açılmasına yakın okul malzemeleri satan yerlerin katologları bu iş için fazlasıyla uygun. Gerekli bilgiler alındıktan sonra çöpe gitmesindense bu şekilde kullanılmaları isabetli olur.

IŞIK GEÇİREN KAĞITLARLA CAM SÜSLEME


Ne kadar güzel görünüyor öyle değil mi? Bunun sebebi gündüzleri arkadan vuran güneş ışığı, geceleride evden yayınlan ışık… Bu çalışma için kullanacağımız kağıt çok ince ve ışığı geçirebilen türde olmalı. Çocuklara bu renkli kağıtlardan veriyoruz, onlarda arzu ettikleri gibi hayal güçlerini kullanarak kesip, cama yapıştırıyorlar. Yapıştırma işlemi için etkinliğin sahipleri buradaki yapıştırıcıdan kullanmışlar. Sizde benzer bir yapıştırıcı tercih edebilirsiniz. 
 
Hem evde hemde okullarda uygulanabilecek güzel bir proje-kolaj çalışması…
 

SANAT ETKİNLİKLERİ

KAĞIT TABAKTAN FARE

Yine yapımı çok basit, özellikle 3-4 yaşın ilgisini çekecek şirin ama bi’ o kadar da kurnaz bir fare!

OYUNLAR

RENKLERİ EŞLEŞTİRME OYUNU

Çok şirin bir eşleştirme oyunu. :) Üzerinde basit bir araba çizimi olan renkli kartlarımız var. Uçları delgeçle delinmiş ve iple birbirine bağlanmış. Kesemizde de kartların renklerine göre boyanmış (ahşap) sekiz (çift) renkli tekerleğimiz var. Tekerlekleri hazırlamak için vaktiniz yoksa,  uygun boylarda renkli  düğmeler  de kullanabilirsiniz.
Hazırlık aşaması bittikten sonra oyunu oynamaya geçebiliriz. :) Sizin de tahmin edeceğiniz gibi çocuklar renklere göre araba ve tekerlekleri eşleştiriyorlar.
Araba genellikle erkek çocuklara hitap eder. Kız çocukları için yine aynı yöntemle basit bir elbise çizebilir, tekerlek yerine elbiselerin düğmelerini eşleştirmelerini isteyebilirsiniz.

CİVCİVLİ EŞLEŞTİRME OYUNU

Sarı plastik tabaklardan hazırlanmış civcivlerimizin, fon kartonundan gagaları ve gözleri var. Ama bu bir etkinlik değil, küçük yaş gurupları için tatlı bir oyun… Çocuklar ellerindeki sayı kartlarını gagaların içindeki sayılarla eşleştirmeye çalışıyorlar. Ama biraz dikkatli olup, hangi civcivde hangi rakam olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Farklı bir eşleştirme oyunu… Geliştirilebilir ama civciv çok tatlı düşünülmüş. :) Tebrikler…

                  DESENLERİ EŞLEŞTİRME OYUNU


                                     
Renkli fon kartonlarını daire şeklinde kesip üzerlerine noktalı, kalpli, puantiyeli vs desenler çiziyorsunuz. Ardından daireleri iki parçaya ayırıp, çocuğunuzdan desenlere bakarak doğru eşleştirmeyi yapmasını bekliyorsunuz.
Evde rahatça hazırlayabileceğiniz bu eşleştirme oyunu 2 yaş ve üzeri için gelsin. ;)